american psycho - omü sözlük
çok kültürlü ve ırksal çeşitliliğiyle heterojen bir görüntü çizen amerika'nın en kalabalık şehri olan new york city'de geçer hikayemiz. filmi üniversite yıllarında arkadaşlarla izlediğimizde ki 2005 yıllarına tekabül ediyor dediğim zamanlar; nedir dedik bu amerikan sapığı meselesi ve ilk gözümüze çarpan; sürekli tüketen, kendini markalaştırmaya çalışan ve belki de en önemlisi tüm bunlarla yetinemeyecek (seri katil eylemleri) ileri derece narsist ve obsesif patrick bateman portresi oldu.

böyle bir karakterin amerika'da ortaya çıkması çok ama çok mantıklı. hani kendi özelimizde düşünürsek bir anadolu sapığı ya da anadolu psikopatı olsaydı çok daha farklı bir çizgi çizerdi ki zaten filmin amerikan hayat tarzı üzerinden ilerlemesine değineceğim. öncelikle christian bale müthiş bir performans sergiliyor. filmin bu denli etkili olmasında payı yadsınamayacak derecede fazla

efendim şimdi konuya geçecek olursak. 1980'ler, medya tarafından popüler hale getirilen modern teknoloji ve buna bağlı eğlence endüstrisindeki en büyük patlamanın on yılıydı. insanlar çeşitli teknik ürünlere sahip olma konusunda takıntılıydılar. filmler, fonograf, radyo, filmde özellikle gözümüze sokulan sony walkmanler ve kablolu televizyonun her çeşidi amerikan aile yapısına müthiş bir yoğunlukla giriyordu.

teknolojinin, demografinin ve piyasa mantığının kaçınılmaz bir gelişme olduğu, aileler üzerindeki etkisinde ve ergen kimliğinin oluşumunda kesinlikle bazı olumsuz sonuçlara yol açtığı zaten aşikar bir durum. baktığımızda kahramanımız patrick elektronik cihaz koleksiyonuyla gurur duyan bir tip. elektronikle bağlantılı bu tutku, amerika'da 1981'de mtv'nin (müzik televizyonu) piyasaya sürülmesiyle desteklenmeye başlamıştı. müzik video klipleri yayınlayarak, çoğunlukla gençler üzerinde yeni bir etki dalgası oluşturuldu. müzik her yerdeydi; reklamlarda, filmlerde, televizyonda... aslında, tüm american psycho'yu bir dizi video klibe benzetiyorum.