jan svankmajer - omü sözlük
ve belki de svankmajer'in en sevdiğim özelliklerinden biri de; nesnelerin insanlardan daha canlı ve kalıcı olduğuna inanmasıdır. sinema mecrasının baskın görselliğine karşın, bize sunulan dünyayı nesneler aracılığıyla sadece görerek değil, dokunsal ve duyusal algımızla deneyimletmeyi önemser. tanıklık ettiği her şeyi içinde saklayan bir nesneyle iletişime geçmek, ona dokunarak gizli taraflarını ortaya çıkarmak, o nesneye özgürlüğünü de vermek demektir. işte tam da bu nedenle animasyonu bir sihir olarak görür ve bu tür bir filmin amacının nesnelerin kendi adlarına konuşmasına izin vermek olduğunu söyler.

oyuncak bebek, ekmek, çorap, taş, ayakkabı gibi gündelik hayattan pek çok nesne kullansa da, bunların bildiğimiz dünyaya ait bir gerçekliği yoktur; canlandıklarında, taşlar bisküviye, çoraplar kurtçuklara, iğne yastıkları kirpilere dönüşür. nesneler, büründükleri bu farklı kimliklerle yerleşik algılama biçimimizi alt üst ederler, kendi hafızalarındakileri bize iletirler ve bizim hayal dünyamızdaki, bilinçdışımızdaki kimi gizli şeyleri ortaya çıkarırlar.

yazının başında değindiğim gibi bu bir freud tekinsizliğidir. freud, tekinsizliği, aslen bilinen ama derinlerde saklanmış, bilindiği bilinmeyenle yüzleşmeye dair bir duygulanım olarak tanımlar. hem korkutucu derecede yabancı ve tuhaf hem de şaşırtıcı biçimde tanıdık ve içsel olana dikkat çeker. svankmajer’in filmlerinde yarattığı da böyle tekinsiz bir dünyadır. yapıtlarında, gerçeklik ve gerçekdışı, öznellik ve nesnellik birbiriyle iç içe verilir.

örneğin svankmajer filmlerinde bebekleri sevimli, kusursuz ve güzel değil, örselenmiş, parçalanmış, kusurlu yaratıklar olarak resmeder. freud, “tekinsizlik” başlıklı makalesinde, oyuncak bebeğin bir canlının cansız temsili oluşunun yarattığı tekinsiz durumdan bahseder. oyuncak bebek, ait olduğu çocukların dünyasından yetişkinlerinkine geçtiğinde, canlı ile cansız olanın arasındakinden başka bir sınır daha aşılmış olur ve bu şekilde tekinsizlik katmerlenir.

svankmajer, terry gilliam, tim burton ve quay kardeşler gibi yönetmenleri büyük ölçüde etkileyen eksantrik, yıkıcı ve yaratıcı filmleriyle sinema tarihine damga vurmuştur. neco z alenky (1988), faust (1994), spiklenci slasti (1996), otesanek (2000) ve sileni (2005) bunlardan bana göre en ön planda olan filmleridir.