trois couleurs bleu - omü sözlük
kieslowski kaderin, insanlığın, iyiliğin ve bencilliğin tarihin ilk zamanlarındaki belirlenmiş kuralları değiştirebileceği gerçeğine, hayatı nasıl yaşadığımıza bakmaya çalışıyor esasen. mavi özgürlükle ilgilidir, ancak bunu gerçekten başarmak için ne kadar ileri gidebiliriz? julie, yaşadığı büyük trajedinin anılarından kurtulmak için her şeyi dener, ancak tüm maddi mal varlığından kurtulduktan sonra bile hala özgür olduğu noktaya ulaşamaz. yaşanmışlıklar zamanla ne kadar solmuş olsa bile yaşadığımız ana var gücüyle tesir etmeye devam ediyor. tam da bu noktada filmin bize öğretmeye çalıştığı şey, hayal edebileceğimiz özgürlüğe ulaşamayacağımızdır. çünkü insan, hayatla tüm bağlarından kopamadığı sürece hiçbir zaman özgür olamayacaktır.

kieslowski mavi rengin her bir kıvılcımını filmin hikayesinde ve julie'nin kederini ve dünyadan kopuşunu ve akabinde kendi kendini keşfi için çok önemli olduğu bir görsel motif olarak kullandırması, filmin sinema tarihine kazınmasında bence en önemli etkenlerden bir tanesidir. kullanılan metaforlar, alegoriler ve sembolizmler o kadar harika bir şekilde harmanlanmış ki renk bolluğu ve diyalog eksikliğiyle artan sadelik izleyici yavaş yavaş bu acı dolu düz dünyanın bir parçası haline getirene kadar içine çekiyor. film bittiğinde ise akıp giden yazılara atılan boş bakışlar ve anlamsızlık insanın tüm zihnini ele geçiriyor adeta.
kieslowski'nin üç renk üçlemesindeki filmlerin her biri, fransız devrimci bayrağının üç rengiyle temsil edilen fransız ulusal sloganı olan liberte, egalite, fraternite (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) idealleri etrafında inşa edilmiştir. mavi renk özgürlük idealini temsil eder fakat kieslowski, senaryoyu beraber yazdığı piesiewicz ile birlikte mevcut politik çağrışımları ortadan kaldırırlar ve bunun yerine filmi tamamen psikolojik ve duygusal bir alan içine yerleştirirler.

fakat bunların da dışında kieslowski'nin hayatında yaşadığı bir olay daha var ki filme gerçekten müthiş bir anlam katan detaydır. kieslowski mavi'nin senaryosunu yazarken, gençlik yıllarına ait bir anısından yola çıkmıştır. kieslowski gençlik zamanlarında yol kenarında otostop çekerken yanından hızla geçip giden bir arabanın ardından ''cehenneme git!'' diye bağırır ve bağırmasının hemen ardından arabanın bir anda devrilmesine ve şoförünün ölmesine tanık olur. yaşadığı bu olayı hiç unutmayan kieslowski, bundan dolayı yaşadığı vicdan azabını filmde juliette binoche'nin canlandırdığı, trafik kazasında kocasını ve kızını kaybeden julie üzerinden bizlere yansıtır.

ve evet kieslowski, kocasının ve kızının ölümünden sonra yas tutan bir kadının dış dünyayla bağlantısız yaşama arzusunu araştırır. aile yok, arkadaş yok, iş yok, sevgililer yok, duygusal karışıklıklar yok. en önemlisi de julie, anılardan ve zamandan izole bir şekilde yaşamaya, kendisini önceki yaşamından tamamen koparmaya ve çevresindeki diğer insanların ortasında onlardan hiçbiriyle bağlantı kurmadan var olmaya çalışıyor. işte burada kieslowski , iç dünyasında barındırdığı şu duyguları göstermek istiyor bizlere: bizler sosyal varlıklarız ve siz istemesenizde çevrenizdekiler sizinle bağlantı kurmaya çalışacaktır ve insan varoluşunun denizinde bir ada olmanın imkansızlığının acı suretini görmektir insanı kahreden.