krzysztof kieslowski - omü sözlük
kieslowski filmlerinin ülkemizde toplum mühendisliğini yaratma adına ağaç yaşken eğilir mantığıyla gençlerimize izletilmesi gerektiğine inanıyorum. hatta kafalarına vura vura izletmek gerekir ki filmleri belki her gün haberlerde tanık olduğumuz sosyolojik problemlerin çözümü gibidir adeta. kieslowski filmleri empatiyi, hümanizmi daha da önemlisi diğer insanların önemsiz gördüğümüz hayatlarına karşı farkındalık yaratır izleyenlerde.

neden diyecek olursanız, onun filmlerini izlediğimizde filmlerinin güzelliğinden de öte kieslowski'nin o insancıl yönünü görürüz. kieslowski, normalde kariyerine belgeseller çekerek başlıyor fakat bir noktadan sonra çevresindeki insanların yitik hayatlarına daha fazla kayıtsız kalamıyor. öyle ki bu coşkusunu, kurgusal hikayeler sunmanın, insan psikolojik ve sosyolojik sonuçlarını daha geniş bir perspektiften gözlemlemesini sağlayacağını belirterek ifade eder.

işte kieslowski, 70'lerin ortasından itibaren uzun metrajlı filmler yaparken polonya gerçekliğini(aslında bu dünya'nın gerçekliğidir) gözlemlemeye dayanan belgesel tekniklerine dahi sadık kalan bir insandır. yani öyle gişe kaygısıyla çok para kazanayım derdinde bir adam değil. bağlı olduğu gerçeklere ve insanların acılarına yürekten bir empatiyle bağlıdır.

yaşadığı çevrede bir bireyin hayatını, duygusal olarak birbirine bağlı insanları veya aynı fabrika ve kurumlarda çalışan insanların etkileşimlerini kısacası yaşadığımız ve farkında olmadığımız gerçek hayatları öyküleştirerek ortak bir ideolojiyle bastırılmış duyguları, insan doğasının kendisinde köklenen karakterlerinin psikolojik karmaşıklıklarına odaklanır. karakterlerin, başkalarıyla iletişim arayışındaki başarısızlıklarını kafkavari ve hatta orwellci bir dünya kurgusuyla yansıtır bizlere.
wajda, polanski ve zanussi gibi ustaların eğitim aldığı lodz film okulu'nun mezunu olan kieslowski, 1970'lerde adım adım kurgusal filmlerine geçmeden önce, yazının başında belirttiğim gibi 1966'da belgesel film yapımcısı olarak uzun bir kariyere başlamıştı ki kieslowski'nin çevresinde gördüğü ve tanık olduğu, kimselerin umursamadığı basit insanlarla empati kurması ya da başka bir ifadeyle onlara karşı ahlaki bir ilgi beslemesini ve bunu kendine şiar edinmesini bakın ne güzel de açıklıyor:

''bilirsiniz, o dönemler(60'lar) yaşadığımız çevre hüzün doluydu, siyah beyaz bile değildi, sadece siyahtı ya da belki griydi. aslında bu duygu durumumuz lodz okulunun bulunduğu lodz şehrinin yapısı ile direkt bağlantılı bir şeydi. o kadar kirli ve boktan bir ortam vardı ki tam bir fotojenik yapıda şehirdi. bütün şehrin böyle olması bir bakıma bütün dünya'nın da böyle olması demekti. ve çevremdeki o insanların yüzleri şehrin duvarları gibiydi: hüzünlü, gözlerinde dram dolu, bilirsiniz, boş yere adım attığınız anlamsız hayatın draması gibidir. sanırım savaştan sonraki bu boktan dünyayı olduğu gibi tarif etmeye çalışanlar ilk olarak bizlerdik. elbette, tarif etmeye çalıştığımız küçük insanların küçük dünyalarıydı, aslında onların dünyaları bir damla sudan ibaretti. daha büyük bir yerde bir araya getirilmelerini umduğumuz gibi bu küçük dünyaları tanımladık. polonya'daki hayatı anlatmayı umduk.''

velhasıl bu güzel adamın, katılaşmış insan yüreklerini yumuşatan ve insani duyguları hayatımıza entegre eden filmlerini izleyelim ve izletelim.
sineması katılaşmış insan yüreklerinden çok avrupa ruhu ile ilgilidir. bu açıdan en komünizm karşıtı polonyalı rejisör ( ki bu rejisörlerin sayısı düşünüldüğünde etkileyici bir başarıdır bu) diyebiliriz. filmlerinde kendine has bir uhrevilik üzerinden avrupa kültürünü çözümlemeye girişir hep. filmlerinde aşk örneğin bedensel hazzın şekil değiştirmiş biçimi değil bizzat bir gerçekliktir veya öldürmek eylemi olup biten gerçek bir eylemin çok daha ötesinde belki tostoyevskinin önerdiğine yakın nefisin bir dışavurumudur. polonya sanat camiası katolisizm aracılığıyla sosyalist yönetimlerine çokça karşı çıksa, bunu bir isyan aracına dönüştürse de katolisizmi alıp onu bambaşka bir şeye dönüştürmeyi başarmış bir adamdır kieslowski. belki de kısmen ironik bir şekilde onu seküler hale getirmiş, katolisimin ihtiyaç duymadığı bir kantçılığı ona eklemiş, onu avrupalılaştırmıştır.