sineması katılaşmış insan yüreklerinden çok avrupa ruhu ile ilgilidir. bu açıdan en komünizm karşıtı polonyalı rejisör ( ki bu rejisörlerin sayısı düşünüldüğünde etkileyici bir başarıdır bu) diyebiliriz. filmlerinde kendine has bir uhrevilik üzerinden avrupa kültürünü çözümlemeye girişir hep. filmlerinde aşk örneğin bedensel hazzın şekil değiştirmiş biçimi değil bizzat bir gerçekliktir veya öldürmek eylemi olup biten gerçek bir eylemin çok daha ötesinde belki tostoyevskinin önerdiğine yakın nefisin bir dışavurumudur. polonya sanat camiası katolisizm aracılığıyla sosyalist yönetimlerine çokça karşı çıksa, bunu bir isyan aracına dönüştürse de katolisizmi alıp onu bambaşka bir şeye dönüştürmeyi başarmış bir adamdır kieslowski. belki de kısmen ironik bir şekilde onu seküler hale getirmiş, katolisimin ihtiyaç duymadığı bir kantçılığı ona eklemiş, onu avrupalılaştırmıştır.
wajda, polanski ve zanussi gibi ustaların eğitim aldığı lodz film okulu'nun mezunu olan kieslowski, 1970'lerde adım adım kurgusal filmlerine geçmeden önce, yazının başında belirttiğim gibi 1966'da belgesel film yapımcısı olarak uzun bir kariyere başlamıştı ki kieslowski'nin çevresinde gördüğü ve tanık olduğu, kimselerin umursamadığı basit insanlarla empati kurması ya da başka bir ifadeyle onlara karşı ahlaki bir ilgi beslemesini ve bunu kendine şiar edinmesini bakın ne güzel de açıklıyor:
''bilirsiniz, o dönemler(60'lar) yaşadığımız çevre hüzün doluydu, siyah beyaz bile değildi, sadece siyahtı ya da belki griydi. aslında bu duygu durumumuz lodz okulunun bulunduğu lodz şehrinin yapısı ile direkt bağlantılı bir şeydi. o kadar kirli ve boktan bir ortam vardı ki tam bir fotojenik yapıda şehirdi. bütün şehrin böyle olması bir bakıma bütün dünya'nın da böyle olması demekti. ve çevremdeki o insanların yüzleri şehrin duvarları gibiydi: hüzünlü, gözlerinde dram dolu, bilirsiniz, boş yere adım attığınız anlamsız hayatın draması gibidir. sanırım savaştan sonraki bu boktan dünyayı olduğu gibi tarif etmeye çalışanlar ilk olarak bizlerdik. elbette, tarif etmeye çalıştığımız küçük insanların küçük dünyalarıydı, aslında onların dünyaları bir damla sudan ibaretti. daha büyük bir yerde bir araya getirilmelerini umduğumuz gibi bu küçük dünyaları tanımladık. polonya'daki hayatı anlatmayı umduk.''
velhasıl bu güzel adamın, katılaşmış insan yüreklerini yumuşatan ve insani duyguları hayatımıza entegre eden filmlerini izleyelim ve izletelim.