kış uykusu - omü sözlük
nuri bilge ceylan\'a altın palmiyeyi getirmiş filmdir.
oldukça uzun süren bir film. konuşmalarla dolu, efekt neredeyse hiç kullanılmamıştır. zaten bu adam fotoğrafa bakmayı çok iyi biliyor.
eleştiriye gelirsek film uzun ve insanı yoran cinsten. karakterlere kış uykusuna yatmış gibi sessiz sade ıssız bir yerde aile, eş bağlarını işlemiş gerçeğe yakın ve günlük insan tipleri işletilmiştir.

aslında günlük yaşama yakın konulardır sıkıcı olma durumu bundan dolayıdır diye düşünüyorum.
ne kadar sıkıcı gibi de demet akbağ ve haluk bilginer\'in güçlü oyunculuğuna insan kapılıp kalıyor. nuri bilge ceylan eski filmlerine nazaran oyuncu seçimlerinde artık kendini gerçekleştirmiş durumda. bu tür filmlerde konu uzun konuşmalara müdahil ise oyuncu seçimleri çok dikkatli sesi mimiği insanı kapan cinsten olmalıydı zaten.
sağlam sanat filmidir.
ne diyelim tebrikler nuri bilge.
`kış uykusu` (ingilizce ismi: `winter sleep`)

yönetmeni `nuri bilge ceylan`'ın aynı zamanda eşi `ebru ceylan` ile birlikte senaryosunu yazdığı 2014 türk yapımı sinema filmidir. 2014 mayısında 67'incisi düzenlenen `cannes film festivali`'nde altın palmiye ödülüne lâyık görülmüştür.

başrollerini `haluk bilginer`, `melisa sözen` ve `demet akbağ`'ın paylaştıkları filmde oyunculuklar genel olarak başarılıdır, fakat birçok izleyici kanaatinde uzun ve sıkıcı bir film olarak nitelendirilir; içerisinde yeterince aksiyon ve drama olmamasından yakınılır. fantastik kurgu, olayların abartılı sunumu, epik ve lirik anlatı, sinemada önemlidir elbette, fakat her sinema yapıtından bu ögeleri barındırmasını beklemek son derece yanlıştır. eğer her sinema yapıtının gerçeklikten uzak olmasını beklersek, sinema dediğimiz görsel sanat alanını yozlaştırmış, hatta katletmiş oluruz. zaten sinema eserlerinin çoğunluğu dram, komedi, aksiyon gibi unsurları abartılı bir biçimde sunmakta. hayatı yalın ve abartısız bir biçimde, elden geldiğince gerçeğe yakın sunan; insan hayatının bir yüzünü olduğu gibi bizlere aktarabilen sinema yapıtı sayısı azdır. bu yüzden kış uykusu, sinemada insanı gerçeklikten uzaklaştıran yapıtların bol ve daha tutulur olduğu bir zeminde, fazlaca aksiyona ve lirik bir anlatıya yönelme kaygısı gütmeksizin izleyicilerini gerçekliğe yaklaştırmayı amaç edinen, sayıca az, fakat nitelik bakımından öz sinema yapıtlarından güzel bir numuneliktir. aldığı ödülü hak eden kaliteli bir yapımdır. bu kadar durgun ve sıkıcı bir filmin nesine ödül vermişler diyen insanlar, bence sinemadan çok anlamıyorlardır.
her karakteri içimizdeki nihilizmi ve yerleşmişliği göz önüne seriyor. Hiçbir karakter boş yere değil.

filmin Senaryosunun, Nuri Bilge Ceylan ve eşi Ebru Ceylan’ın geceler boyu süren tartışmaları neticesinde ortaya çıktığını artık bilmeyen kalmadı fakat artık düşünülmesi gereken şey ikilinin, kusursuz bir gerçekçilikle yarattıkları karakterler üzerinde kendi benliklerinden ne kadar faydalandığı.

adlardan yola çıkarsak:

aydın: entelektüel, bilgin. (ama sözde)
nihal: fidan.. (aydın'ın genç karısı)
necla: nesil,kız çocuk (kuşağı yansıtan)

filmin ilk teması kargaşa, kavga, iç sıkıntıları.
Her üç karakter de memnuniyetsiz. Oldukça temel bir açıdan baktığımızda her üçü de parası pulu bol fakat içten içe bencil, kendi doğrularıyla yaşayan ve bir diğerine tahammül edemeyen, ıssız otelin duvarları arasına sıkışmış insan parçacıkları.

Aydın, bir yerel gazete için yazdığı köşe yazısını hazırlarken onu rahatsız etmeyeceğini ve sehpanın üzerindeki dergileri kurcalayacağını söyleyen ablası Necla odaya giriyor. Tam bu noktadan itibaren de seyirci için bir filmi seyretme devri kapanıyor ve gerçeklik içindeki gözlemci kimliği baş gösteriyor.

çok uzun o sahnede olan bitene görgü tanığı oluyoruz ve necla, aydın'ı iç dünyasına girmek, onun yanlış olduğunu ispatlamak, yüzüne vurmak için her şeyi yapıyor.

hatırlarsanız "yanlış yapmaya fırsat vermek" sözü... beni çok etkilemişti. ilişkime karşı bakış açımı değiştirdi. çünkü haklıydı.

Aydın için sözde aydın tabirini kullanmamın sebebi:
pek çok konuda net ve değiştirilemez fikirleri olup bunları hiçbir zaman sorgulama zahmetine girmemiş biri. Necla’nın da dediği gibi inanç ve din üzerine ahkam kesebiliyor ama kendisi bir şeye inanmanın acizlik olduğunu düşünüyor. Üstelik bir şeye inanmayana da amaçsız gözüyle bakıyor.
Kısaca fikirlerini olgu üzerinden değil, birey üzerinden değerlendirmeyi seçiyor. Onun için inanmak ya da inanmamak değil önemli olan; inanan ya da inanmayan. Olgu (ya da eylem) için doğruluk yahut yanlışlık muhakemesi yapmıyor, onun fikir dünyası insan odaklı düşünmeye çalışıyor.
Zaten bunun ilk ipuçlarını da kahvaltı masasında Necla’nın kötülük üzerine öne sürdüğü tezine karşı oluşturmaya çalıştığı antitezle veriyordu. Necla ise Aydın’ın aksine farklı fikirlere daha açık gibi durmasına karşın çoğu zaman laf ile peynir gemisi yürütmeye çalışan bir tipleme. Daha çok seyircinin Aydın’ı tanıması için filme dahil edilmiş havası mevcut. Yanlış anlaşılmasın, kendisinin önemsiz ya da yan bir karakter olduğunu söylemek asla doğru değil lakin insanı, Aydın üzerinden anlatmaya çabalayan bir filmde pek de güçlü değil.
Güçlü olduğu yanı, Aydın’ı beslemekten ziyade Kış Uykusu’nun gerçekçiliğine yaptığı katkıda kendini gösteriyor.

ikinci bölüm karı koca ilişkileri.
gerçek sorunun döküldüğü tartışma öncesinde yönetmen net bir tavır sergileyerek ikilinin arasındaki soğuk suları seyircinin suratına serpiyor. Bu bölümün temel arka planı diyeceğimiz, Aydın’ın Necla ile yaşadığından çok daha uzun fakat odağa karısı Nihal’i de aldığı tartışma sahnesi ilk olarak evli çiftin yaş problemi üzerinden şekilleniyor.
id,süperego ve bu ikisinin arasında kalmış ego'nun gösterisi de diyebiliriz.
özgür olmak ve vicdan'ın savaşı sonucu ortaya çıkan nötr güç. tam bir uzlaşı da sayılmaz ama bir karar alma var. birbirlerinden uzaklaşıyorlar. bir gerçek varsa hepsi güç istenci ile yürüyor. en iyi olmak, güçlü olduğunu ispatlamak..
nihal zaten bu yüzden aydınlaşıyor. oysa ikisi arasında güzel bir orta yol bulunabilir, tavizler verilebilir ? neden olmasın ?

Ceylan’ın filminde öğretmen Levent, din adamı Hamdi ve alkolik İsmail gibi yan karakterler de mevcut ve her biri, zihnin bir organizmayı tamamlamaya yetecek yan elemanlarına katkıda bulunuyor. Hiçbiri boş beleş karakterler değiller.

vicdan, saf çıkarcılık, id, gelenek öncesi ahlak : klasikleşmiş bir durum evet. çünkü tam da bizim insanlarımızı anlatıyor.
Alkolik ismail en vurdumduymaz tip çünkü varoluşunun bir nebze olsun farkında. o kişiliği oluşturmak için bu topraklarda yoğrulmuş birini kimse parayla kandıramaz. tek sorunu cahilliği. tecrübelenmeden kişilik oluşturmanın tehlikeli boyutları vardır.

Film üzerine konuşulacak çok şey, keşfedecek çok fazla gizem var. Filmden öte bir felsefi tartışma ortamı.

ülkeye yararlı bireyler yetiştirme gibi bir amaç edinirse hükümet;
liselerde kritik(eleştirel) düşünme, mantık, safsata, tartışma kültürü gibi dersler verilirse kesinlikle bu filmden çok örnekler verilip analiz yapılabilir.
anadolu bozkırlarının üstünde bir dostoyevski rüzgarı eser, bir çehov dramasının kendi dünyalarına hapsolmuş karakterlerini görürüz, arka fonda franz schubert'in sonatıyla insan kendini anadolu'nun ortasında saint petersburg'da gibi hisseder ve filmin finalinde enfes luciano michelini müziğiyle anlamlandıramadıkları hayatlarına devam etmek zorunda kalan karakterlere veda ederiz.

nuri bilge ceylan, rus edebiyatını o kadar güzel bir şekilde anadolu insanının yapısına büründürmüş ki hayran olmamak elde değil. dostoyevski ya da çehov zamanımızda yaşaydı eğer ve bir film yapmaya karar verseydiler, muhtemelen bu filme benzer bir film yaparlardı. nbc'nin filmde anlatmak istediklerine değinmeden önce bir konuyu bağlamak istiyorum. nitekim ki bu konuda anlatacaklarım bu filme ve genel olarak sinemaya olan bakış açınıza farklı perspektifler katacak. en azından öyle olmasını umuyorum.

filme getirilen en bariz eleştiri; gereksiz uzun diyalogların olması ve bunun sonucu olarak filmin gereğinden uzun olduğu yönündeki görüşlerdir. bu görüşlere asla katılmıyorum ki uzun olmasını gerektirecek sebepler vardır. bir öykü ya da roman okurken karakterlerin ve çevrenin fiziki durumları mutlaka tasvir edilir, betimlemeler ve karakterlerin ruh hallerini yansıtan mimikleri satırlarda bulursunuz ve nihayetinde kendi zihninizde adeta bir stüdyo kurarsınız. yönetmen sizsinizdir. romanda ya da öyküde geçen mekan ayrıntılarına, karakterlerin dış görünüşlerine siz karar verirsiniz.
şimdi bir de sinemaya bakalım. sinemanın okuması, bir roman ya da öyküden bilinenin aksine çok daha zordur. sinema bir gösteri sanatıdır. size kimse karakterleri ya da mekanı tasvir etmez. sadece görürsünüz. hele ki bir sanat filmi izliyorsanız eğer, bir romanın ya da öykünün içinde olduğunuzu asla unutmayın. sanat filmlerinde diyaloglar uzun olabilir, karakterlerin yüzlerine uzun uzun bakabilirsiniz çünkü yönetmen sizden bir roman okurken nasıl romanın içine kapılıp gidiyorsanız, filmde de aynı romanda olduğu gibi bu duyguyu canlandırmaya çalışır. eğer bu şekilde bir farkındalığınız olursa her bir mekan ayrıntısının, her bir karakter mimiklerinin size neler anlatmaya çalıştığını filmin büyüsüne kapılarak anlayabilirsiniz ve inanın ki zamanın nasıl geçtiğini dahi anlamazsınız.

filmde üst, orta ve alt sınıfa mensup karakterlerin yapısını görüyoruz fakat özellikle ceylan, bir michael haneke ya da bir luis bunuel gibi çok yerinde bir burjuva eleştirisi yapar bu filminde. anadolu'nun ortasında sıkışıp kalmış yüzünü batıdan yana tutmaya çalışan ve batı medeniyeti karakterine ulaştığını düşünen fakat anadolulu kimliğinden kopamamış türk burjuvasının yatmak zorunda kaldığı kış uykusunu anlatır bu film bizlere.

aydın: aydın, hayatını sanata adadığını düşünen, kültürlü ve varlıklı bir insan. hayatı boyunca, narsist ve egolu benliğinin takdir edilmesini isteyen bir kişilik. istediği ilgi ve alakayı geniş bir çevrede bulamamış ki kendini babadan kalan otelinde kendisiyle beraber yaşamak zorunda kalan eşi ve ablasında aramakta. civar köyden gururunu okşayacak mektubu karısı ve arkadaşı suavi'ye okuması, yerel bir gazeteye yazdığı içi boş yazıları için ablasından iltifat beklemesi, otelinde kalan gezgin adam timur'a sanatçı kişiliğini göğsünü gere gere anlatması hep o ulaşmak istediği yüzü batıya dönük 'aydın' kişiliğini göstermek istemesinden.
gelin görün ki aydın'ın anadolu kimliğinden sıyrılamayışı kendisini için için tüketmektedir. kendisine bağımlı genç, güzel ve kültürlü bir eş seçimi, parayı önemsemediğini söyleyip ufak maddiyatlar peşinde koşması, eşinin evde toplantı yaptığında eşine: ''ben yokken eve erkek mi dolduruyorsun'' cümlesindeki yobazlığı, aydın'ın içinde saklı olan ve bir türlü sıyrılamadığı batıdan uzak davranış biçimlerini oluşturuyor. nitekim ki filmin sonunda istanbul'a dönememesini: ''beni oraya çağıran hiçbir şey yok'' cümlesi esasında 'aydın' kişilik savaşını kaybettiğini düşündüğü cümleleridir. artık aydın, hayatında hep hayalini kurduğu o aristokrat olma havasından epey uzaktır.

nihal: eşi aydın ile beraber anadolu'nun ortasında kış uykusuna yatmak zorunda kalan bağımlı, takıntılı ve kendini bir boşlukta hisseden sözüm ona burjuvazi kadını. aydın'ın megaloman karakteri altında ezildikçe ezilen, bir türlü kendi yolunu çizmeye cesaret edemeyen, hayatındaki boşluğu vicdan mastürbasyonu yaptığı fakirlere yardımlarla doldurmaya çalışan ve aynı eşi aydın gibi anadolulu karakteri altında ikircikli bir ruh hali yaşayan acınası kadın.

necla: burjuva sınıfının en pasiflerinden. neden mi? hayatında hiçbir başarı yakalayamamış, bunun ucundan bir nebze de olsa tutmaya çalışan aydın'ı aşağılık kompleksinden dolayı sürekli eleştiren, nihal'in fakirlere yardımının dahi koca bir yalan olduğunu düşünen pesimist ve bir o kadar da alaycı bir çizgide ileriliyor. bu başarısızlık ve yine anadolu köklerine bağlılığını nihal'e eşi hakkında yaptığı yorumlarda görüyoruz.
ayrıldığı eşinin haksız olduğunu ve kendisine kötü davrandığını bildiği halde cefakar bir anadolu kadını gibi: ''gidip kendisinden özür dilemek istiyorum aslında.'' cümlesi bir kadının ne olursa olsun eşi karşısında sürekli alttan almalıdır fikridir. tabi necla'nın bu düşüncesine daha entelektüel bir hava katma adına ''bize kötülük yapanlara karşı koymamalıyız'' sözde sorunsalını aydın ve nihal'e bilgiçlik taslayarak aktarması ise tam bir sıçtım sıvıyorum hadisesi.

suavi: burjuvanın belki de en yalnız adamı. yıllarca seküler bir hayat yaşamış, evlenmiş çocuk sahibi olmuş fakat yine o anadolu'nun geleneksel aile yapısından kopamamış ki londra'da yaşayan çocuğunun dizinin dibinde olmasını diliyor. sürekli bir geçmişe özlem ve zamanın acımasızlığını vurguladığı sözlerine şahit oluyoruz. ve son cümleleriyle yalnızlığına ve hayatın anlamsızlığına noktayı koyuyor: ''bu kadar çaba, bu kadar yaşanmışlıklar hepsi bunun için miydi?''*

öğretmen levent: orta sınıfı temsil eden ve kendisinin yaşadığı coğrafyada iyi hissetmesi adına bir anlamda burjuva sınıfına doğru yaklaşmaya çalışan fakat bir o kadar da burjuvaziden nefret eden bir karakter. evet levent tipik bir anadolu insanıdır. anadolu'da doğmuştur ve ablası ve annesi yozgat'ta ikamet etmektedir. levent'in ulaşabilecekleri sınırlıdır bu yüzdendir ki bir burjuva gibi hissetmek kendine iyi gelir. fakat onun da yine anadolu kimliğinin ifşasını kendi eliyle yaptığını görüyoruz. suavi ve aydın ile birlikte içki içerken sarfettiği sözler burjuva sınıfa olan bilinçaltındaki nefretini gözler önüne seriyor. ''içkiler içiyorsunuz, on tabak yemek yiyorsunuz, sonra da fakirlere yardımdan bahsediyorsunuz.'' cümleleri zaten her şeyi özetliyor.
belki de filmin en doğal olan karakterleri alt sınıf mensubu hamdi, ismail ve hidayet üçlüsüdür.

hidayet: alt sınıf olduğunun bilincinde ki sürekli burjuva insanlardan uzak durmaya çalışan bir insan. esasında aydın'a dahi tahammül edemiyor fakat bir anlamda da buna mecbur. dikkat edersek burjuva sohbetlerinden sürekli bir kaçma eğiliminde. aydın, motorcu timur ile sohbet ediyor, hidayet hemen aydın'ın kulağına eğilip kasabaya gitmek için bahane uydurur gibi izin istiyor. aydın, suavi'nin evine gidiyor, hidayet hemen dışarı çıkmak için izin istiyor. aydın'ı tren garına getiriyor, ben otele döneyim mi? diye hemen aydın'dan izin istiyor. akabinde aydın'ın dedikodusunu yapmayı da ihmal etmiyor.

hamdi: aslında hamdi gibiler çevremizde çok var. yüzüne gülerler fakat arkadan da küfrü basarlar ki nbc bunu çok güzel bir şekilde özetlemiş filmde. aileyi ayakta tutma adına, imam olmasından da mütevellit bir hoş görünme çabası ve alttan alma halleri çok ama gerçekçi.

ismail: ismail gibi gururlu bir insan var mıdır? bilemem fakat bildiğim şey şu ki; ismail gibi insanlar çevresindeki insanlara hep bir kambur olma halindedir. sahte bir gurur, kendi düzensizliği içinde namus peşinde koşan, bencil ve anlayışsız insanlar yığınının bir kısa özetidir ismail.

bu roman gibi filmi görselleştirerek bizlere sunan ceylan'a saygılarımı sunuyorum.